12:40, 19 Mart 2024 Salı



Ana Sayfa > Hakkında |

Sadece Dijitalleşme Meselesi Değil

Enformasyon Rafinerisi gündemimiz ile Kadim Takririn Yeniden Tabir edilmesine dair ihtiyacımız arasında lüzum, örtüşme ve içerme cihetlerinin hepsine müteallik münasebet vardır.

Sadece Dijitalleşme Meselesi Değil

Kadim Takririn Yeniden Tabiri >  3G2Y Tebliğidir
(Gerekli, Gerçek, Geçerli, Yerinde, Yeterli)

Tahsin Yılmaz, 2014

Özet

Bugün “Faydalıysa Doğrudur” kriterine indirgenir bir düşünme yolunda olup bitiyor ne oldurulup bitiriliyorsa. Hangi amaçla amaçlanmış olunduğuna göre takdim edilen, kanileri zaten daha baştan belli olduğu için “hiç de düşünmeye” aman vermeyen “faydalar” arzı demek olan “doğrulamalar” aleminden ibaret bir dünyada yaşıyoruz bugün. 4 yaşına erdikten sonraki halimizle yetişmiş bir insan olarak ölene kadar öyle yaşıyoruz artık. 4 yaşına gelene kadar nasıl geliştiğini bilemediğimiz “yararlıyı yararsızı” seçme yetisiyle… yararlıyı yararsızı seçme yetilerinin intikal ettirdiği kadar “düşünen” bir insan derekesine düştü bütün “yetişkinler”. Bir yetişkin ile 4 yaşındaki insancık arasındaki fark yararlı yararsız kabulünün kârlı zararlı kalıbına dönüşmesinden ibarettir ancak.
Kurgulanan, kapılınan amaç için en az ve mümkünse hiç zararla, fakat en çok kâr getireceği vehmedilerek sürdürülen “yerindelik”lere meylede meylede keşfedilen “iş ediş icadıyla” yetinmeye düşünmek deniyor nihayet. Sonucun tatmin seviyesi ne ise “ancak o kadar doğru” olduğu halde “esas” diye vaz edilen düşünce, iş, tutum manzumeleri talim eden, öylece terbiye edinen; tavsiyeleri ve telkinleri öylece kabul eden “örnek insan modelleri” çıkıyor maalesef aramızdan artık.
Bu zihniyetin resmi şu silseleye emsaldir: Faydalı > yeterli > doğru.
Tahayyülün, tasvirin, teemmülün bütün insan sıfat ve fiilleriyle tezahüründe o silsileyi hakim kılmak, beşerin büsbütün tabi olduğu şiraı ve menahici tatil etmek demektir ama. Çünkü zihnen intikalde birinciden sonuncuya fasılların layık mevkileri tahrif edilmiş olunur o mahut silsilede. Zihni intikalin, meselelerin tafsilatına müessir essaha tabi olmasıyla hem zihnin hem intikalin hem meselenin hem ihdasın hem takririn hem tatbikin sıhhati hasıl olacağını ileri sürüyorum. Bu meyanda… zihni intikalin bütün mevkiinde beş menzil vardır diyeceğim. Birinci menzilin gereklere, ikincinin gerçeklere, üçüncünün geçerlere verilmesi halinde “yerinde” olanın hem ne olduğu hem yeri ve dahi “yeterli” olanın hem ne olduğu hem yeri isabetle, hakikatle tayin edilecektir diyeceğim.

Anahtar Kelimeler: Dört Neden, Beş Külli, On Mehaz, Onbir Biliş, Beş Menzil.

1. Giriş

Vakit ile Vukuat arasında, filan kişinin adı ile yüzü arasındaki gibi bir aynılık vardır. Vakti geldi ve vuku buluyor işte. İmam Kuşeyri, “husulü muhakkak olan tasavvur edilen için vakittir” diyor. Biz Türkler “şimdi onun bunun sırası değil; önce şu, önce şu” diye diye geçirdiğimiz birkaç yüzyılda “kadimden istihraç” işini unuttuyduk. Hallerimize dair maslahat ve mevzuat istinbatını, “kendi alemimizin fertlerine” ikram ettiğimiz bir “ilm-i hal” cihazı şeklinde başarmamız muhakkak idi. Çünkü bizim tasavvurumuzun iklimi “şimdi ve burada karşımıza çıkan meselelerden; sadece şimdi’ye değil daima ve sadece bura’ya değil etrafa davalar” telif etmek yolunda bir tasavvur idi hep. “Kadimden çıkarım yapmaya” üşenmiyorduk. Fakat önümüze bırakılan meseleler, kadim olanın tabirlerinden çarçabuk tahvillere itekliyordu bizi. Zira hem can alıcı meselelerdi onlar hem de çok hızlı yavrulatılan birer mesele idiler. Gözümüzü açamıyorduk yani anlayacağınız.

Demek ki, tasavvurumuza münasip içtihat/istihraç başaramıyorsak, bu, acelecilikten dolayı idi. Aceleyle değil, ama, ibareleriyle yetinmeyip ayrıca “takririni de” çalışmalıydık kadim müktesebatımızın.

Ben işte böylece çalışan Türkler’den biri olarak, sizceleyin, “kadim ibarelerimizin makarrına” dayanan “yenice iş tutuş terbiyemize ilm-i hal” tanzim etmeye muvafık ıstılah teklif ediyorum: 3G2Y; gerekli, gerçek, geçerli, yerinde, yeterli [nihayet doğruya ve inşallah faydalıya] intikal. Meramımı işbu tezimle şu beş alt başlıkta… 3G2Y menzillerinde serimleyeceğim:

1.1. Tebliğimin Gerekleri Dolayımında Mantık-Zihin İntikalinin “Gerekler Menzili”ne Örnekleme

İtikadımızca ameller niyetlere göredir. Niyetiniz recanıza tam hazır, tam amed, tam nazır değilse muhakkak ameliniz de eceliniz de senetsiz düşüp sizi sükut-u hayale uğratacaktır. Ve korkuyu ensenizden savuşturamayacaksınızdır.

Değil mi ki, “ilkeler bahsinden yeni edindiğiniz modeller, sizi gerçeklere artık başka yerden baktırır”, işte o meyanda; şartları gözetmeyerek hamle edince, istemediğiniz halde bozuk ve hem farkında olmadığınız halde yeni (aslında kendinize yabancı kalarak) niyetlenmişsinizdir. Aslında artık amelinizden de emin olamayacaksınızdır. Doğru ve faydalıyı istiyorsunuz ama niyetlenmediniz henüz; sadece hevesiniz var ise olmaz işte diyorum. Niyeti hevesten, garezden, hırstan, inattan ayırmak lazımdır diyorum:

Mesela… güherçile esnafını, zanaatkarını bir siyaset dolgusu edinenlerden kurtulmaya yarayacak diye ve elbette o bozulmuş imalatçıdan daha güvenilir de olacaktır diyerek gavura emsal çıkmağa yarayışlı Baruthane Fabrikaları açmak… yine o hesapça Saraçhane Fabrikaları, Fes Fabrikaları, Kundura Fabrikaları, Cam Ocakları ilahiri açmak “niyet’ten başka her şeyle açıklanabilecektir ancak. Bu misallerde; “ilkelere doğrudan değiştirici etki eden yeni güya modeller” zikredilmiş oldu, farkındasınız. Netice; “gerçekleri net görecek bakışı ve bakış noktasını bulduğunu” iddia eden kurban kesmesin, ama o noktayı yitirdiğimizin delilidir 1910 ila 1922 yılları arasında verdiğimiz kurbanlar.
Böyle böyle taa 1500’lerden bu yana önce pazarımızı, sonra mesleklerimizi, sırasınca idarelerimizi ve ülkelerimizi kaybettik. Az kalsın haysiyet ve izzet kalmayacaktı serde ve tende. Kaybettiklerimiz, peşinden muvazenemizi… yani kılcal ilm-i hallerimizi çekti götürdü. Öyle ki aczimiz ve zafiyetimiz “fakirliğe” kadar ağırlaşabilirdi. Zira işte, ilimde, iskanda, idarede öyle bir sergüzeştimiz kayıtlıdır ki, o kayıtlar; uzlaşmak ile bağdaşmak arasındaki hududun ortadan kalktığını söylemeye dili varana nice karineler sunmaktadır. Müstevliye yarayışlı değilse eğer hiçbir şey edip-eyleyemez raddelere gelmiştik. Kimi tenkitçi ve tetkikçi indinde “biz diye bir şey” kalmamıştır ve hatta kimilerinin indinde “dünün müstevlileri sayılsalar da tarihen onlarla biriz artık” kanıksaması vardır.

1.2. Tebliğimin Gerçekleri Dolayımında Mantık-Zihin İntikalinin “Gerçekler Menzili”ne Örnekleme

Bu kanıksamaya itiraz etmemek muhaldir. Çünkü… düşününce, yani düşünebilince itiraza azmettiren bir ümit var demektir. Lakin ye’ese düşeni mazur gösteren hadisat gayetle baskındır da.

Hüviyetimizi berhava eden sebeplerden ve vesilelerden necat ile halas ile bahtiyarlık ile silkelenmek bugünkü günün evladı olarak, bizim, “kaderimize duhul edip etmeyeceğimizle” tartılacak bir bahistir. İçine doğduğumuz şartları bilmeden hem de bariz hezliyatına rağmen o şartları tasvip ederek girilemez o bahse. Bi’l-akis kendi tercihlerimizle haysiyet inşa ederek “şerefli mahlukat” arasına bir hüviyet teklif edebiliriz ancak.

Bu teklifin müellifi ise bir insan, mevcut haile ve gaileler arasında “cemadatın bir türü de bu insan olur işte” diye gösterilmesine mahal bırakmayacak imkanı haizdir. “Kadim ikrarımız” ayıklaması yapabileceği bir müktesebata hemen mesafesinde yakın olduğu şu ıstılahların tedvininden kaynayacaktır o insanın o imkanı:

“Dört Neden”: Maddi Neden, Fail Neden, Suret Neden, Gaye Neden.
“Beş Külli”: Cins, Tür, Fasıl, Hassa, Araz.
“On Mehaz”: Zaman, Mekan, Hareket, Hal, İyelik, Nicelik, Nitelik, Etginlik, Edilginlik, Görecelik,

Bu sacayağın üzerine ve yanına yöresine getireceğimiz; onlara hem örtüşmeyle hem gerektirmeyle hem içermeyle irtibatlı “onbir biliş”… intikali dizme ve intikalin damarı olmak kaabiliyetinde “beş menzil”. ekleyebileceğimize dikkat çekmek istiyorum. Onbir bilme ve beş menzil bendenizin keşfidir. Bu teemmülümü arzediyorum burada. İşbu teemmülümde gün ve gün mesafe alırken bazı resm ve hadler kaydetmiştim ki, o hadler, bu yolda beni beslediler. Binaenaleyh onları, arzıma tedahülünüzde yardımcı olacağını tahmin ederek buraya ekleyeceğim şimdi.

Husulü mevzu bahis olup da “la-yezal” olan bir şey yok. “Biz diyenlerin” arasındaki münasebetlerin sağlaması; bu takdimlerimle intikalinize müracaat ettiğim meseleye muzafferane bakabilmemiz yani diyorum, bir istikamet ve hedef birliği içindeysek mümkündür ancak. Yönelmeye değer taraf şurasıdır diyorum. Ve inşallah izzete nail olacağız diyorum. Anlamdaki hayat, şu, diyorum dediğim altı çizili iki cümleden geliyor dünyamıza. “Şöyle bak ve şuraya var” diyen bir kişi olarak sizde itimat uyandırabilecek miyim? İşte kimileyin uzlaşmalarla ya da kimileyin bağdaşmalarla cari ecele dahil yaşayan tek tek her muhatabım, o uzlaşmalarını ve bağdaşmalarını aşan bir lisanla ifade gücüm var ise bana can kulağını açacak. Değilse nafile. Bir türdeşlik içinde “iş tutuş terbiyesi”… yani meşhur galatla “dünya vatandaşlığı” edinmiş bir insanımızın bana can kulağını açmasını sağlayacak olup da dünya vatandaşlığı uzlaşmasını yahut bağdaşmasını aşmasını sağlayacak olan lisanımdan birkaç resm ve had sunuyorum. Beslene beslene kaydettiğim, kaydede kaydede beslendiğim o resm ve hadler şunlar idi, işaret ettiğim lisanın lügatinden tahriçle, buyrunuz:

Bilgi: şeyi anlamaktaki güçlüğü açıklayabildiğimizde öğrenilendir, açıklayabildikçe öğrenilendir.

Anlamak: şeyde mündemiç olan ve şeyi ihata eden haileyi ve gaileyi de havi ilklik ve devamlık bilgisi sayesindedir, ne bütüne sadece ve ne elemente sadece dayanmaz.

Bilgiyi işlemek bilgisi: ilklik bilgisi ile devamlık bilgisi tahtında yapma bilgisi, çalışma, yöntem, alet, cihaz, makine, öğretme, öğrenme, kullanma bilgisinden mürekkeptir.

Bilgiyi işlemenin amacı: edinilmiş olan işin yapılmasına dair gerekleri, gerçekleri, geçerleri, yerindelik ve yeterlikleri isabetle teşhis etmek demektir.

Bilgiyi işleyenin amacı: mevkiini adlandırma, sınıflandırma, derleme, karşılaştırma, eşleştirme, düzenleme, sunma-iletme, kullanmayla güven duyuracak kuvvette tahkim etmektir.

Bilgiişlemcinin işi: amaçlar, olaylar, sonuçlar, nesneler, kişilikler-varlıklar arasındaki ilişkiyi işlemektir.

1.3. Tebliğimin Geçerleri Dolayımında Mantık-Zihin İntikalinin “Geçerler Menzili”ne Örnekleme

Bilgiyi işlemek bir temel ihtiyaçtır. Kişiliğin… kurumsal, kamusal, özerk, özel kişiliğin muhafazası işlevini yerine getirir. Sonuçta o, sadece bilgi mübadelesine hizmet etmez. Hatta tüketimin ve üretimin artmasına, azalmasına, durmasına, beklemesine, yayılmasına, değişmesine, bileşmesine hizmet eder. O yeni ve aşırı bir gelişme-kalkınma, değişme-dönüşme alanıdır. Değerler yaratır. Kişi bu arada bilgiyi işlemeyi geniş anlamda… sanat, meslek, politika, bilim şeklinde yaşar, düşünür. Bilgiyi işlemek, dolaylı ve iklimsel bir şekilde kişileri, birbirleriyle partner kılar, ünsiyete çeker, nasibet içinde tutar.

Yalnız başlarına iken hiçbir anlamı olmayan kelimeler sokuşturulmuş durumdadır “meşgalelerimize” yine de. Pazarlama büyücüleri sayesinde kim nereye istese oraya düğümlenebilir kılınmışlardır onların bağlamları. Doküman Yönetimi diyorlar… esasen tepeden tırnağa her kademede idareye katılıyoruz. Yani doküman yönettirmiyoruz: evrak işliyor, işletiyor, işlettiriyoruz. İş Süreçleri, Yönetim Süreçleri diyorlar… esasen işleri tahlil ediyor, görevleri tanımlıyoruz ve işleyişi vazediyoruz takibe bağlıyoruz. Yani süreç yönettirmiyoruz. Bütçe Yönetimi Sistemi diyorlar. Esasen bütçeyi kurgu ve gerçekleşme boyunca işlettiriyoruz. Denetim Yönetimi diyorlar. Oysa denetimi yönetiyor değiliz, denetim işi yaptırıyoruz. İnsan Kaynakları Sistemi denen tertip içinde aslında çok yönlü personel kütüğü tutturuyoruz. Tedarik Zinciri Yönetimi veya CRM yapmıyoruz, satış ve satınalma işi yapılırken doğan bilgileri departmanlar ve muhatapları arasında konuşukluğa açıyoruz. Bütün bu işleri çekip çeviren programlar yazıyoruz. Yazabiliyoruz, zira, o işleri yapanlar da o işlere has enformasyon sistemi inşa edenler olarak bizler de aynı intikale müracaat ediyoruz çünkü. Kimiz biz?: Zanaatkar, sanatkar, meslek erbabı, bilim insanı ve enformatikçiler hep beraber bilgiyi işleme işine katılanlarız. Böylesi amorf, plastik kelimelere sarılmak “iş tutuşu” orijinallikten koparıp taklide mahpus kılıyor ki bu “özerk emellenmeleriyle bir şey olabilen insana” ihanettir.

İştigallerin hepsi “imalat, istihsal, hizmet ve istinbat”tan ibarettir. Bunları arz ederiz. Arz mesuliyetinin icabı olan işleri yapmaktayız her birimiz. Patron, yani etrafını kendine göre biçimlendiren bir kişi yoktur “iş alanında”, “karar mahallinde”. Patronumuz, o yaptığımız iştir ve itaat edileceği irade buyurulmuş amaçtır patron. Hepimiz ‘İŞ’ yapıyoruz madem, bir konuya münhasır yapılan iki ayrı oturumdan farklı tahliller çıkabilir mi? Çıkabilir, yahut çıkamaz. Ama çıkıyorsa eğer…
her farklı tahlil halinde de durumu iki yönlü tek bir sebebe bağlayabiliriz:
– O oturumlar, başka başka faaliyet alanlarından gelen kişilerle yapılmıştır.
– O oturumlara katılan kişilerin enformatik formasyonları denk değildir.
İşte bu farkların birbirlerine bileştirilmesi yahut bileşemeyeceklerine hükmedilmesi de bilgiyi işleme dahilindedir. Yani… iş kendini belli ettiği anda o işin nasıl yapılacağını tarif ediyorsunuz, bu başarınız, irade merkezlerinin kararlarına ve idare teşkilat ve tesislerinin kılcallarına katışmanıza bağlı. Bir alanda, failin hangi sorumluluğuna giren, o sorumluluğun gerektirdiği hangi göreve muvafık işlerin yapıldığı, hangi safhalarla o işlerin tamamlandığı; diğer bir alt-üst-yan alanla alakası; kişiyle, teşebbüsle, halle mutabakatı; hangi bilgi ve malumatın yazıya geçeceği ve yanına hangi diğer bilgi ve malumatın kondurulacağı tanzim ettiğiniz ‘evrak-ekran’ ile zabtediliyor önünüzde. Ve önünüze alabilmek için.

MEKTEPLER OLMASA İDİ, MAARİF NE GÜZEL İDARE EDİLİRDİ. Bu sözü söyleyen maarif nazırı hazretin meramı o ki, medrese sistemi ve mektep sisteminden ibaret çatal kazık yere batmıyor, bunlardan ya birini terkedelim ya esaslı bir telifle mezcedelim. Her enformatik; amaçla sonuç arasındaki ilişkiye ram olmak içindir. Dolayısıyla ilimler ve sanatlar ya gerçek ilişkiyi ya gerçekleme ilişkisini bulurken ve dolayısıyla meslekler de bir faaliyetin nasıl yürüyeceğini, neyle yürüyeceğini, nerede yürüyeceğini bulurken demek ki neticeyi şöyle tertip edebiliriz: bilgiyi işleme mesaisi kimi zaman gerçek üzerine kimi zaman ilişki üzerine olsa da biri birine mürettep, mütecehhiz iki inhisardan müteşekkil bir mesaidir.

Faaliyeti ve İşleri muayene edince tafsilatı derlediğimiz ilklik bilgisi, varlık bilgisi, devamlık bilgisi, durum bilgisi, kullanma bilgisi, yapma bilgisi, alet bilgisi, çalışma bilgisi, yöntem bilgisi, cihaz bilgisi olmak üzere bitmez sayfa, sınırsız mürekkep, bütün kalemler, ekran, termometre, piyasa monitöring, yazılım, laboratuvar raporu, kullanıcı arayüzü, ilahiri… görünüme çıkan mecra bilgisi form ve materyal birbirine katışımında; temaya galip mi gelmiştir, temaya yardımcı mıdır yoksa gaye, fail, suret, madde nedenleri arasındaki uyum başka bir mecraa mı göç ediyor?

1.4. Tebliğimin Yerindelikleri Dolayımında Mantık-Zihin İntikalinin “Yerindelikler Menzili”ne Örnekleme

DİJİTAL DE NEREDEN ÇIKTI, ANALOG NE GÜZEL İŞ GÖRÜYORDU İŞTE!.. Bu sözü söyleyen kim olsa şimdi, meramı odur ki; bir yerde analog başka yerde dijital kıyafette yazıladuran ‘kayıtlar’ arasındaki yabancılığı ‘dimağımızda ve elimizde’ gidermek güçlüğünü görmezden gelmeyelim artık.
Her enformatik;
sergileme, dönüştürme, saklama, iletme olmak üzere dört Derleme (adlandırma, sınıflama, kataloglama-düzenleme) işinden ibarettir. Bilgiyi İşleme Mesleği dışındakilerin indinde aralarında ille de hiyerarşi aranmayan bu dört çeşit görevin hepsinde ADLANDIRMA vardır.
Her enformatikçi eskiden beri ‘dijital bir iş yapmaktadır’: bir işe uygun araçlar geliştirmek zorundadır; bu araçların nasıl ve niçin o araçlar olacağını da verilerin ‘nemize ne şey’ olduklarına dair düzenleme kararları belirler; nemize ne şey olduklarında biliştirilemeyen (ilim, sanat, meslek ve işler, öğrenim ve her türlü edinimlerin) bağsız, bağlantısız, münferit, dağınık ve bulanık olanlarının nemize ne şey olduklarını TESBİT için onları kıymet ve derece terazisine çıkarır. Dün; tesbitler uyarınca kesin olanları hakikatte ve vukuatta da kesin telakki ederdik (anasır-ı erbaa, causa quatra, kumula pentium, decima seperate).
ANASIR-I ERBAA: hava, su, ateş, toprak
DÖRT TEMEL NEDEN: maddî, gayî, suret, fail
BEŞ TÜMEL: cins, tür, fasıl, hassa, araz
CEVHERİN ON MEHAZI: kemmiyet, keyfiyet, fail-amil, münfail, mekan, zaman, hal, hareket, izafiyet, iyelik.

BU ARAÇLAR ÇOK İŞ GÖRDÜ. 1900’lerden bu yana Standart Model yaklaşımı geliştirilegelmiş ve Karmaşık Modeller tecrübe etmekteyiz. 1800’lerden itibaren bir gruptaki aracın diğer gruplardan birkaçı ile arasındaki irtibatı aramak çabası içindeydik. Ya da… o çabamıza ait alet geliştirmeye bakıyoruz hâlâ!?
Ne ilmimiz ne işlerimiz artık kesin tesbitlerle yürütülmeye mahkumdur. Bilakis ilmimizi ve işlerimizi esnek teşhislerimizle yürüterek de amaç-sonuç ilişkisi sıhhati başarılabilir telakkisine sahibiz. Sahip miyiz!? Mesela… Haritalarımız artık eski haritalar değil. Nomotetik olsun hipotetik olsun bütün bilimler ‘birkaç değişkende dondurulmuş’ çalışmalarla tatmin olmayan alimlerin yayınlarıyla zenginleşmektedir. Matematiksel gerçekleme kalıpları olan eski formüllere sığmıyorlar. Sınırsız boyutluluğun hesaplanabilirliğini bekliyorlar matematikten. Cismin hallerine, enerjinin hallerine ayrı ayrı çalışan ilimler, dinamik hallerden müteşekkil konumları ve konum içi konumları teşhis etmeye çalışıyor. Bu mesainin literatürü (dıştan denk değil gibi gelen) başka faaliyetlerin, sanatların, mesleklerin literatürüne karışıp tesir ediyor… siyaset, askeriye, ticaret, idare, imalat, hizmet, eğitim, tedavi, denizcilik, ilahiri gibi.

1.5. Tebliğimin Yeterlikleri Dolayımında Mantık-Zihin İntikalinin “Yeterlikler Menzili”ne Örnekleme

Biz müstakil ve müdahil enformatikçiler işte şu değişme ve dönüşmeye muvafık, mutabık, aşina mıyız? Araçlarımızı nasıl kullandığımıza bakmak gerek. Bakınca ne görüyoruz? Hâlâ iki boyutlu donanımları ve yazılımları kullanıyoruz. Hâlâ malum dört grup ‘adlandırma, sınıflama, kataloglama’ muhakemesini STATİK kullanıyoruz. Demin telaffuz ettiğimiz uğraş ve nesnelerin her biri, diğerinden ne kadar bağımsız ve özel dursalar da, birer İSİM’den ibarettirler: Bizzat, bi’l-fiil, bi’l-vasf isimdirler. Ve biz hâlâ onları varlık bilgisi, hareket bilgisi ilahiri tarifname ölçütleriyle işlemekteyiz. Varlıkların, olayların, sonuçların, nesnelerin tecellilerini dinamik kabul edip öyle adlandırmalı ve dinamik kullanmalıyız: Adların örtüşme, gerektirme, içerme değerlerini kullanmalıyız.
İsim ile isimlendirilen aynıdır. Kelimeden, karşılıklı anlaşılan belli bir manaya ve o manadan da belli bir gerçeğe intikal ettiririz muhataplarımızı. Bizzat mana ve bizzat gerçek olmak üzere iki şeyi işleriz bir potada. Muhataplarımız, kendine bir pay bulur da kullanır bizim sunduğumuzu, yahut bulmaz ama yine de kullanır… çünkü gerçek-yeterlik galip gelir. Dünün enformatik kurmacamızda o mana ve gerçek tekildir, kesindir statiktir. Şimdi ise mana ve gerçek bütün mahiyetleriyle… merkezden muhite, ama tam bir küre içi yarıçap vektörlerinde takip edilebilen mahiyetleriyle alemine yabancılaşmadan kullanılabilir sunulmalıdır. Tecellilerden öte, tahayyüle imkan olmalıdır enformatiklerimiz.



İlgili Konular ⟩ » 3G2Y